Bireyler ve toplumlar hayatlarını sürdürebilmek için
ihtiyaçlarını karşılamak zorundadırlar. Söz konusu ihtiyaçların yalnız
karşılanması pek mümkün olmamakta,
bireylerin ve toplumların iktisadi faaliyette bulunmaları gerekmektedir.
Ancak iktisadi faaliyetler gerçekleşirken bir takım ahlaki sorunlar ortaya
çıkmaktadır. Bu nedenle iktisat üç ana konuda ahlak felsefesinin ilgi alanına
girmektedir. Buna göre, iktisat refah, adalet ve özgürlükle ilgili ahlaki
sorular sormakta; rasyonalitenin doğasıyla ilgili temel bir takım sorular
formüle etmektedir. İnsanlar evlerini nasıl idare edeceklerini düşündükleri
sürece ekonomi hakkında da düşünmüşlerdir. İktisadi faaliyetlerde bulunan
bireylerin değerleri, ahlaki yapıları ve sosyolojik kalıpları iktisat açısından
geçmişte olduğu gibi günümüzde de önemli bir yer tutmaktadır. İnsan
davranışlarının tümü belirli bir amaca yöneliktir. İnsanın ve bu bağlamda diğer
iktisadi karar birimlerinin faaliyetlerindeki temel amaç fayda
maksimizasyonudur. Bu amaç doğrultusunda iktisadi birimler etkileşim içinde
olmak zorundadırlar. İnsanlar, az emek ile çok fayda elde etmek isterler ve
çalışmalarının külfetini hile veya zorla başkalarına yüklemeye çalışırlar, işte
bu nedenle ahlaki çöküntülerin veya bozulmaların olduğu bir toplumda refah
artırımı, bölüşümde adalet ve insan ile iktisadın ayrılmadıkları birçok olgudan
söz edilememektedir.
Ahlak birçok bilimde olduğu gibi iktisat açısından da son derece
önemlidir. İktisat bilimi içinde ahlak tartışmaları, çoğunlukla piyasanın, servetin yaratılmasında oldukça etkin olmasına karşın, dağıtım süreçlerinde başarısız olduğu iddiası çerçevesinde yapılmaktadır. Buradan hareketle, ahlakı temel alan bir mekanizmanın dağıtımı yapmakta daha etkili olacağı görüşü, yaygın olarak kabul edilmektedir. Ancak piyasa süreci teorisi, bu görüşün karşısında yer almaktadır. Herhangi bir ahlaki meşrulaştırmayı dışlayan piyasa süreci teorisi, klasik liberal prensipler içerisinde, piyasanın ahlak yapısından bağımsız olmasını ileri sürmektedir.
İktisat
felsefesi ile ahlak felsefesi arasındaki etkileşim tartışmaları sürerken
özellikle merkantilizm aşamasından itibaren bu tartışmalar küreselleşme olgusu
aracılığıyla daha da artmıştır, çünkü bu döneme kadar iktisadi faaliyetler
ahlaki sınırlar dikkate alınarak yapılırken,
sonraki dönemlerde meta merkezli ve ahlaki değerlerin önemsenmediği iktisadi
faaliyetler yaygınlaşmaktadır. Meta merkezli ve insanı ikinci plana iten bu
faaliyetler küreselleşmeye karşı tavır alınmasına ve söz konusu olgunun
ulusların faydasına değil sadece belli bir grubun çıkarlarına hizmet ettiği
algısını oluşturmuştur.İnsanlar ve toplumlar iktisadi faaliyetlerde
bulunurken doğaları gereği rasyonel davranarak hep daha fazla fayda
istemektedirler. Ancak dünyadaki kaynakların sınırlı oluşu da göz önüne
alındığında bireyler ve toplumlar birbirleriyle rekabet içerisinde olmak
zorundadırlar.
Küreselleşme süreci söz konusu rekabeti daha
haksız bir hale getirerek toplumlar arasındaki gelir farkını daha da
artırmaktadır. İktisadi olarak zayıflayan bir ekonominin ahlaki değerlerinde de
zayıflamalar meydana gelmektedir. İktisadi faaliyetlerin belirli ahlaki
ölçütler içerisinde yapılması, dünyayı daha yaşanabilir bir yer haline getirmek
için yeterli olacağını düşünmekteyim. Küreselleşme sürecini ileri ki günlerde daha da ayrıntılı inceleyip avantajlarını ve dezavantajlarını değerlendirmeye çalışacağım.
Başarılı bir hayat dilerim.
uguryavuzdeu@gmail.com.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder