Tuğberk Çiloğlu
Ülkemiz ekonomisine baktığımızda
hem reel hem de finansal boyutta bazı sorunlar olduğu bilinen bir gerçek. Bu sorunların en önemli ortak
noktalarından biri ise birbirleriyle karşılıklı etkileşim sonucu ortaya çıkmış
olmaları. Gelin, bu sorunları, etkileşimleri ve en önemlisi çözüm yollarını hep
beraber tartışalım.
Önceki yazılarımızda da belirttiğimiz
üzere, ülkemizin en temel sorunlarından biri yüksek dış açıklar. Yüksek dış
açıkların en temel sebebi ise iç tasarrufların yatırımları karşılamaya yetmiyor
olması. İşte bu nedenle ülkemiz yatırımlarını finanse edebilmek için her yıl oldukça yüklü bir dövizi dışarıdan
temin etmek zorunda kalıyor, yani yabancıların tasarrufları ile ülkemiz ekonomisinin
yatırım çarkı dönüyor. Yatırımları azaltmak, kısmak da bir çözüm. Fakat önemli
olan yatırımların büyümeye olan etkisi. Bu etkiyi belirleyen en temel şey ise
yatırımların kalitesi. Yatırımların
kalitesi ne kadar yüksek olursa, parasal olarak aynı büyüklükteki yatırımlarla
daha yüksek ekonomik büyüme sağlanabilir. Bir başka deyişle aynı ekonomik
büyüme parasal olarak daha az fakat kalite olarak daha iyi yatırımlarla
sağlanabilir. Kritik soru şu: Yatırımlar nasıl daha kaliteli olur ?
Bildiğimiz gibi, ekonomide
sektörler dış ticarete konu olan ve olmayan şeklinde ikiye ayrılırlar.
Yatırımların bu iki sektörden hangisine yapıldığı, hem dış açık problemini hem
de yatırım kalitesini doğrudan etkilediği için oldukça önemli. Eğer yatırımlar
dış ticarete konu olmayan sektörlerde yoğunlaşıyorsa yatırımların sonucunda
ihracat geliri elde edilmeyecek demektir. Bu, şu anlama gelir: Dışarıdan döviz
ithal edilerek gerçekleştirilen yatırımların getirisi ihracat geliri yani döviz
kazancı olmayacaktır. Bu durum şüphesiz ülkemizin dış açık problemini daha da
artırıcıdır. Bir diğer nokta ise yatırımların kalitesidir. Katma değeri yüksek,
ileri teknoloji içeren ürünler ya da yaratıcı fikirlerle etkin ve verimli
çözümler sunan hizmetlere yatırım yapmak doğal olarak kaliteli yatırımlar
yapmaktır. Bu kaliteli yatırımlar ise yapısı gereği ağırlıklı olarak dış
ticarete konu olan sektörlerde yapılmaktadır. Bir başka deyişle dış ticarete
konu olmayan, sadece yurtiçi piyasaya satış temalı yatırımlar ağırlıklı olarak
düşük kaliteli, yani katma değeri düşük olmaktadır.
Serbest piyasa ekonomisi
sistemini baz alırsak bu konudaki çözüm nedir ? Çözüm, özel sektör firmalarını
dış ticarete konu olan, yüksek katma değer içerikli mal ve hizmetler üretmeye
teşvik etmektir. Bu ise bu firmalara yönelik vergi indirimleri ve
sübvansiyonlarla sağlanabilir. Bir diğer çözüm ise bankacılık sistemi kanalıyla
sağlanabilir. Bankaların bu firmalara verdiği kredilerden elde ettiği
faiz geliri vergiye tabi tutulmayabilir. Bu da etkili bir çözüm olur.
Yüksek dış açık problemine karşı
döviz kurlarının yüksek, yani TL’nin değersiz tutulması bir çözüm olabilir mi ?
Buna yanıt verebilmek için döviz kurlarının ihracata ve ithalata olan etkisine
bakmak gerekir. Marshall Lerner Koşuluna göre yerli parada değer kaybının cari
işlemler dengesini pozitif yönde etkilemesi için ithal edilen mal ve
hizmetlerin yurtiçi fiyat esnekliği ile ihraç edilen mal ve hizmetlerin yurt
dışı fiyat esnekliklerinin mutlak değer olarak toplamının birden büyük olması gerekmektedir.
Ülkemiz bu koşulu sağlayamamaktadır çünkü ithalat esnekliğimiz oldukça
düşüktür. Dolayısıyla fiyat etkisi yoluyla ülkemizin cari işlemler açığını
azaltması çok da mümkün gözükmemektedir.
Yüksek dış açık problemine karşı
bir diğer çözüm yolu ise iç tasarrufları artırmaktır kuşkusuz. Bunun da en
temel yolu ise tasarruf sahiplerine ödenen reel faizin artırılmasıdır. Faiz
oranlarının artırılması sadece tasarrufu yükseltmekle kalmayacak, aynı zamanda
iç tüketimi de azaltarak tüketime bağlı ithalatın da düşmesini sağlayacaktır.
Fakat bunun da negatif etkileri olacaktır. Örneğin yüksek faizler yurtdışı para
girişini tetikleyecek, bunun sonucunda da TL aşırı değer kazanacaktır.
Bir başka önemli sorun ise vergi
gelirlerinin yapısından kaynaklanmaktadır. Ülke ekonomimiz yapısı gereği aynı
anda bütçe açığını ve cari işlemler açığını düşük tutmayı başaramamaktadır. Bunun
nedeni ise vergi gelirlerinin ağırlıklı olarak dolaylı vergilerden, yani
tüketimden ve harcamalardan alınan vergilerden oluşmasıdır. Mekanizma şöyle
işlemektedir: Ekonominin canlandığı dönemlerde ithalde ve iç tüketimde alınan
katma değer vergisi ve özel tüketim vergisi gibi kalemlerde yaşanan artışlar
bütçe açığının ciddi oranlarda küçülmesine neden olmaktadır. Fakat iç tüketime
bağlı artan ithalat nedeniyle cari işlemler açığımız yükselmektedir. Ekonominin
durgunlaştığı dönemlerde ise iç tüketim azaldığı için ithalatımız ve cari
işlemler açığımız azalırken yukarıda bahsettiğimiz vergi kalemlerinde düşüş
yaşandığı için bütçe açığımız artmaktadır. Bunun çözümü ise vergilendirme
sisteminde reforma giderek servetten ve gelirden alınan vergileri temel vergi
geliri haline getirmektir. Kuşkusuz bunu sağlamak için vergilerde kayıp kaçak
oranını aşağılara çekmeyi başarmak gerekmektedir.
Genel bir değerlendirme yaptığımızda,
ülkemizin içinde olduğu ekonomik koşullar reforma tabi tutulmazsa bu sorunların
sürekli tekrar edeceği- var olacağı açıktır.
Yüksek faiz- düşük kur döngüsü ekonomimizin nasıl bir kısır döngü
içerisine girebileceğinin önemli bir örneğidir. Ülkemizdeki faiz oranları her
ne kadar yerli yatırımcı için reel olarak yüksek olmasa da gelişmiş ülkelerdeki
düşük enflasyon baz alındığında yabancı yatırımcılar için yüksek bir getiri
imkanı sağlamaktadır. Ülkemize yüksek faizden getiri sağlamak için gelen fonlar,
TL nin olması gereken düzeyinden daha fazla değerlenmesine sebep olmaktadır.
Ayrıca sermaye piyasalarında da yoğun fon girişlerine bağlı olarak ciddi
yükselişler görülmektedir. Firmalar ise bu yükselişlere güvenerek yatırımlarını
artırmaktadır. Fakat bu yatırımlar çoğunlukla dış ticarete konu olmayan
sektörlere yapılmaktadır. Bu da dış açığın kronikleşmesine sebep olmaktadır.
Ayrıca, TL aşırı değerlendiği için ithalat yapmak giderek daha karlı hale
gelmektedir. Bu da ayrı bir kısır döngü yaratarak yatırımların ithalata yönelik
sektörlere akmasını sağlamaktadır. Bu süreç bol küresel likidite dönemlerinde
kendini tekrar etmektedir. Fakat küresel likidite aniden kesildiğinde, gelişmiş
ülkelerde faizler arttığında bu süreç aniden tersine dönmektedir ve TL hızlı
bir şekilde değer kaybetmektedir. Bu durumda önceki bol likidite döneminde
değer kaybeden dövize güvenerek dövizle borçlanan firmaları finansal baskı
altına sokmaktadır. Ayrıca sermaye piyasalarında da ciddi satışlar
görülmektedir. Bunu takiben özel sektör yatırımlarında ani düşüşler ve buna
bağlı olarak ekonomik büyümede yavaşlama
ve işsizlik oranında artışlar görülmektedir. Bol likidite dönemi geri
geldiğinde ise her şey tekrar baştan başlamaktadır.
Önemli olan Türkiye Ekonomisini
bu kısır döngülerden kurtarabilmektir. Bunun da yolu yukarıda açıklamaya
çalıştığımız çözümlerden geçmektedir.
Nice mutlu bayramlar
dilekleriyle, görüşmek üzere.
Burada yazılanlar yatırım tavsiyesi/danışmanlığı değildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder